top of page

FARKINDA MISINIZ?

Türkiye çocuklarını tanımıyor. Çünkü tanımak; arkadaşlıkla olur.

Bu ülkede çocuklar da var, ama gündeminde yoklar. 23 Nisan’larda bile sadece resmi törenlerin malzemesi olarak var olabiliyorlar. Neredeyse Ulusal Egemenlik Bayramını bile “çocuklara egemenlik” hâline dönüştürdük.

Politika, hükümet, devlet, para, borsa, dolar, euro, futbol, ekonomi, AB, ABD, Irak, asker, sivil, top, pop, cop demekten... Bu ülkede bir de çocukların yaşamakta olduğu hiç gelmez oldu aklımıza.

Onlara hep yarınlar vaât ettik ama, bugünlerini unuttuk.

Hayvanseverlerin popülaritesi, çocukseverlerinkini solladı. Hayvan hakları, çocuk haklarının önüne geçti. Köpeklerimizi çocuklarımızdan daha fazla gezintiye çıkarıyoruz. Acıdan inleyen bir hayvanın hâline, acıdan inleyen bir çocuktan daha çok üzülüyoruz.

Çocuk üzerine düşünen, tartışan, fikir ve proje üreten aydınımız yok denecek kadar az. Çünkü konuyu küçümsüyorlar. Çünkü bu işi çocukça görüyorlar. Çocuk konusuyla ilgilenmeyi kendilerine yakıştıramıyorlar.

Yetişkinlerle çocukların yanyana gelip birlikte sohbet etmelerini, tartışmalarını temel alan bir tek radyo veya televizyon programına tanık olmadık.

Özgür ve demokratik ülkeye ancak özgür ve demokratik düşünceli çocuklarla ulaşabileceğimizi hâlâ göremiyoruz.

Câmilerde hep aynı vaâzları, aynı nutukları dinlemekten bıktık. Oysa Kur’an’ın çocuk üzerine sözü yok mu? Hz. Peygamberin yok mu?.. Bugüne kadar Diyanet İşleri Başkanlığınca hazırlanan hutbe metinlerinden kaçı ana-baba-çocuk ilişkileri üzerinedir?..

Çocuklar, insan hakları derneklerinin, insan hakları savunucularının da aklına gelmiyor. TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun da çocuklar üzerine çalışmasına tanık olmadık. Çünkü “İnsan hakları” deyince onların akıllarına da sadece yetişkin insanların hakları geliyor. Çünkü onlar da çocuğun da bir “insan” olarak algılamıyorlar. Algılasalar böyle mi olurdu?

 “Çocuk hakları” denilen bir haklar manzumesinin doğmuş, böyle bir ihtiyacının duyulmuş olması bile; biz yetişkinler için utanılacak şeydir. Kim ortaya attı bu kavramı ve kime karşı savunuluyor bu haklar? Biz büyüklere karşı değil mi? “Çocuk hakları” denilen bir kavramın ortaya atılmış, dolayısıyla çocuk haklarını savunma zorunluluğu duyulmuş olmasının bizzat kendisi bile, biz yetişkinlerin kendi alnımıza, kendi ellerimizle çaldığımız bir büyük utanç lekesinden başka bir şey değildir.

 

Siyasî parti ve hükümet programlarının da hemen hemen hiç ilgilenmedikleri tek kitle yine çocuklardır.

Eğitim-öğretim yılı açılışı ve 23 Nisan gibi iki özel gün hariç, bir cumhurbaşkanının, başbakanın, bir siyasî parti liderinin, milletvekilinin veya bir siyasî parti il başkanının ya da belediye başkanının âdet yerini bulsun anlayışının dışında çocuklar üzerine iki çift lâf ettiği görülmüş, duyulmuş mudur?

Top bile yetişkinlerin oyuncağı olup çıktı. Topu bile aldık onların elinden.

  Maşallah, ülkenin her köşesinde kültür, sanat, barış, film, bakla, fasulye, kiraz, enginar, patlıcan festivalleri düzenlenirken içine birkaç tane de çocuk programı koymak çok az yetkilinin aklına geliyor. Festival şenlik demektir ama, neredeyse sadece kendimizi şenlendiriyoruz. Oysa şenlenmek; bizlerden çok çocuklarımıza ait bir hak ve ihtiyaç değil midir?

Hepimizin sandığı gibi eğitim sistemimiz asla başarısız değildir. Nasıl bir insan yetiştirmek istiyorsa, o insanı yetiştirmektedir çünkü.

Sekiz yüzyıllık Altınordu Devleti’ni Altın Orda Devleti’ne, Ege Denizi’ni Adalar Denizi’ne dönüştürmüş, çocuklarımıza düz çizgiyi kibrit kutusuyla çizmeyi önerebilecek ve bunu da bir resimle gösterebilecek kadar cahil ya da cüretli davranan, her sayfası hatâlar ve hıyanet örnekleriyle dopdolu ders kitaplarımız var. Sanki bunları daha iyi öğrensinler dercesine kitapları ücretsiz dağıtan, işin özünü atlayıp, kolayına kaçan Millî Eğitim Bakanlığımız var.

  Atatürk’lü yıllardaki millî ruhu, inancı, gururu, heyecanı, özgüveni kaybettik. O nedenle bu duyguları çocuklarımıza da veremez olduk. Gereksiz olan ne varsa hepsini öğretiyoruz da, vatanseverliği öğretmek hiç gelmiyor aklımıza. Bilenleri bile “Vatanı sen mi kurtaracaksın?” diyerek bundan caydırmaya çalışıyoruz.

Hem devlet, hem halk olarak yurt dışındaki çocuklarımız zaten hiç gelmiyor aklımıza. Onları, tümüyle kendi kaderleriyle başbaşa bırakmış durumdayız. Yaban ellerde en az bir milyon çocuğumuzun bulunduğu kaçımızın ve hangi devletin aklına geliyor?..

Altına Türkiye’nin de imza koyduğu BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, ulusal ve uluslararası gündemlerde çocukların daima üst sıralarda yer alması gerektiğini söylüyor ama, bizim ülkemizde en alt sıralarda dahi yoklar.

Konuşmaktan, diyalog kurmaktan falan geçtik; kaba kuvvet kullanmak gibi kahrolası alışkanlıklarımız bile hız kesmeden devam ediyor. Oysa korkutan, korkutulan tarafından sevilmez. Dolayısıyla çocuklarımızın bizleri sevmemeleri için elimizden geleni yapıyoruz ama, yine de seviyorlar bizleri.

Oysa çocuk demek; sevgi, barış, kardeşlik, iyilik, güzellik, saflık, günahsızlık, yardımseverlik, vicdan, merhamet, şefkat gibi en yüksek değerleri taşıyan insan demektir. 

  Çocuğa uzak durmak; işte bütün bu soylu değerlere uzak durmak demektir.

 

İtiraf edelim : Çocuklarımızla ilgili bir utanç tablosu ile  karşı karşıyayız.

İtiraf edelim : Hem adam olmalarını istiyor, hem de onları adam yerine koymuyoruz Adam yerine konmayan çocuğun da kolay kolay adam olamayacağını bilmiyoruz. Dahası; çocuğumuzdan önce kendimizin adam olması gerektiğini ıskalıyoruz.

İtiraf edelim : Sadece karınlarını doyurmakla, üst-baş almakla görevimizi yaptık sanıyoruz.  Dahası, sevgimizi bile dile getirmeye çekiniyor, bunu yaparsak şımaracaklarından korkuyoruz.

İtiraf edelim : Çocuklarımızın bizlerden daha zekî, daha akıllı olabileceklerine ihtimâl vermiyor, içten versek bile bunu dışa vurmamayı tercih ediyoruz. Çünkü bundan kompleks duyuyoruz.

İtiraf delim : Kabadayılığımızı, yiğitliğimizi, cadılığımızı, cadalozluğumuzu, kaba kuvvetimizi en çok çocuklarımıza/fizik gücü zayıf olanlara gösteriyoruz.

İtiraf edelim : Onların, kendi çocuklarımız olmaktan önce Tanrının çocukları olduğunu, ancak ondan sonra anne-babaları olarak bize, daha sonra da bu ulusa, en sonra da tüm dünyaya ait olduklarını bilmiyoruz. Hem de “Çocuk benim değil mi?.. Döverim de, söverim de, kime ne?” diyecek kadar haddimizi aşıyoruz.

Evet, evet...

Hiç olmazsa itiraf etmeyi sürdürelim :

Sokakta yaşayan çocuklarımızı, tinerci, kapkaççı, özürlü çocuklarımızı bile ancak biz büyüklerine zarar verdiklerinde hatırlıyor, ancak o zaman gündeme getiriyoruz.

“Adam olmak” veya “çocuk da bir adamdır” derken bile sadece erkek çocuklar aklımıza geliyor, bu tanımı 21. yüzyılda bile sâdece onlar için kullanıyoruz.

İtiraf edelim : Çocuklarımız için savaşmaktan çok, birbirimizle savaşıyoruz.

O güçsüz insanları döverken, onlara sövüp sayarken, hakaret ederken, onurlarıyla oynarken hem onlara en büyük haksızlığı ve kötülüğü yapıyor, hem yasaları çiğniyor, hem de günah işliyoruz.

İtiraf edelim : “Ne ekerse onu biçersin” dediğimiz halde başarılarını kendimize, başarısızlıklarını onların hanesine yazıyoruz.

İtiraf edelim : Zengin toprakların yoksul bekçileri oluşumuz gibi, hârika çocuklarımızın da yoksul düşünceli büyükleri olup çıkmışız.

“Ağır ol da molla desinler” derken, göründükleri gibi olmamayı ya da oldukları gibi görünmemeyi, yani ikiyüzlülüğü, riyakârlığı, sahtekârlığı öğretiyoruz.

“Küçüklere sevgi, büyüklere saygı” derken bile küçüklere saygıyı, kendimize sevgiyi çok gördüğümüzün farkında değiliz.

“Ağaç yaşken doğrulur” demek aynı anlama geldiği halde “ağaç yaşken eğilir” diyerek onları eğmeye devam ediyoruz.

“Söz gümüşse, sükût altındır”, “Su küçüğün, söz büyüğün” diye diye onları susturuyor, giderek su da onların olmaktan çıkıyor.

“Dayak cennetten çıkmadır”, “Kızını dövmeyen dizini döver”, “Anne babanın vurduğu yerden gül biter” diyecek kadar kaba kuvveti kutsuyor, yüceltiyoruz.

“Adam olacak çocuk bokundan belli olur” diyecek kadar cahiliz.

Hem devlet ve eğitim sistemi olarak, hem de anne babalar ve öğretmenler olarak onları düşünmeye değil; düşünmemeye özendiriyoruz. Çünkü düşünen insanlar olmalarından korkuyoruz. Çünkü açıklama özgürlüğünden önce düşünme özgürlüğünün en az kendimiz kadar onların da hakkı olduğunu bilmiyoruz. Çünkü bizim gibi düşünmelerini bi bok sanıyoruz.

İtiraf edelim : “İşte geldik, gidiyoruz... Şen olasın Halep şehri” derken bile salt kendimizi düşündüğümüzü ele verdiğimizin farkında değiliz.

Ve lütfen şunu da itiraf edelim : Bütün bu gerçekleri itiraf etmekten de korkuyoruz.

“Ey, Türk istikbâlinin evlâdı! İşte bu ahvâl ve şerâit içinde dahi vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcûttur.”

bottom of page